deneme bonusu deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler ecoplay deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler youtube mp3 Bonusverensiteler.com deneme bonusu veren siteler meritking giriş kingroyal giriş

Cemaat herkesi ahmak sanıyor!

EKONOMİ (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 04.08.2014 - 01:03, Güncelleme: 03.09.2022 - 16:01
 

Cemaat herkesi ahmak sanıyor!

Zaman yazarı Bülent Korucu "Gülay Göktürk nerede yaşıyor" başlıklı bir yazıyla 17 Aralıkʹtan bu yana Göktürkʹün Türkiyeʹde yaşamayan biri gibi yazılar yazdığını savunmuştu. Bugünkü yazısında eleştirilere yanıt veren Göktürk nerede durduğunu anlattı. Gülay Göktürk: Cemaat herkesi ahmak sanıyor İşte Göktürkʹün o yazısı; Bülent Korucu Zaman Gazetesiʹnde "Gülay Göktürk nerede yaşıyor" başlıklı bir yazı yazmış ve 17 Aralıkʹtan bu yana benim Türkiyeʹde yaşamayan birinin kaleminden çıkmış gibi yazılar yazdığımı söylemiş. Aslında ben ayaklarımı gayet sağlam bir şekilde bu ülkenin topraklarına basmış bir halde yaşıyorum ve yaşadığım ülkede neler olup bittiğinin fevkalade farkındayım. Ama bir problem var gerçekten de ve problemin aslı da şu: Bir kısım insan 17 Aralıkʹtan bu yana fiktif bir Türkiye yarattılar. Yaşadığımız Türkiye ile bir ilgisi olmayan kendi yazdıkları bir senaryo bu ve bir müddettir hepimize "İşte gerçek Türkiye bu, sizin anlattıklarınız hayal mahsulü; siz hayal görüyorsunuz" deyip duruyorlar. Hepimizin gözü önünde yaşanan olguları seçici bir biçimde bir araya getiriyor ve tamamen farklı bir hikâye yazıyorlar. Çocuk masalları kadar naif bir hikâye bu... Dinden-imandan ve eğitimden başka bir şeyle ilgilenmeyen bir dini grubun siyaset yapmakla suçlandığı; temiz toplum yaratmaktan başka hiçbir hesabı olmayan kahraman polis şeflerinin, bu temiz niyetlerinden dolayı inim inim inletildiği; sütten çıkmış ak kaşık kadar temiz yargıçların ve savcıların MİTʹi ele geçirmiş İran ajanlarını yakalamak için kelle koltukta milli bağımsızlık mücadelesi verdiği bir ülke hikâyesi anlatıyor; herkesin de bu hikâyeyi "satın alacak" kadar ahmak olduğunu varsayıyorlar. 17 Aralıkʹtan bu yana nerede yaşadığım ve nerede durduğum konusuna elbette cevap vereceğim. Ama önce, bugün durduğum yeri daha iyi kavramak isteyenler için; geçmişte durduğum yer hakkında da bazı hatırlatmalar yapmam lazım. Yasaklılık şartlarında gizli örgütlenme haklarını bile savundum Benim Gülen Cemaati ile ilgili ilk net tutum alışım 1999 yılının Haziran ayına rastlar... Hani o, Gülen kasetlerinin ortalığa döküldüğü, Fethullah Gülenʹin devleti ele geçirmekle suçlandığı, bütün medyada linç çağrılarının yükseldiği; cemaatin kasetleri tümüyle inkâr noktasında bir savunma hattı kurmaya çalıştığı ve bir Allahʹın kulunun da Gülenʹi açıktan savunmaya cesaret edemediği günlere... Ben o günlerde "Hiçbir şey yok, bütün kasetler düzmece, her şey komplo" sözleriyle yürütülen inkâr politikasına prim vermek yerine, gerçeklere dayanan bir savunma çizgisini seçtim. İşte o günlerde yazdığım "Devleti ele geçirememek" başlıklı yazıdan bir bölüm: "... Dini örgütlenmeler, cemaatler ve tarikatlar da sivil toplumun bir parçasıdır ve onların da kendi Türkiye projelerini hukuk düzeni içinde ve yasal sınırlar dahilinde devlet katlarına taşıma hakları vardır. Peki bunu gizli kapaklı bir biçimde yapabilirler mi? Gülen Cemaatiʹnin devlet içindeki kadrolaşma faaliyetinin gizli kapaklı bir biçimde yürütmesini ihanet olarak görenlerin önce şu soruya cevap vermeleri gerekir: Türkiyeʹde bir yargıç, bir vali ya da bir general göğsünü gere gere Fethullah Gülen Cemaatiʹne mensup olduğunu deklare etme özgürlüğüne sahip mi? Bunu deklare ederek devlet içindeki görevini sürdürebiliyor mu? Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün olmadıkça, bir Fethullahçıʹyı Fethullahçı olduğunu gizleyerek devlet içinde yükselmeye kalktı diye suçlamaya hakkımız olmaz." (24 Haziran 1999, Sabah Gazetesi) Görüldüğü gibi, ben 28 Şubatʹın en azgın yıllarında cemaat mensuplarının devletin her kademesinde, kendi kimlikleriyle görev alma hakkını -kimliklerini açıklayamadıkları koşullarda gizli örgütlenme hakkı da dahil- savundum. Peki sonra ne oldu? AK Parti iktidara geldi ve olması gereken oldu: Devletin kapıları herkes gibi cemaat mensuplarına da ardına kadar açıldı. Artık onları kimliklerinden dolayı ne yasaklayan ne de yargılayan vardı. Kendilerini gizlemeleri için de bir sebep yoktu. Ama onların bir kısmı bu özgürlüğü kötüye kullandı. Kendilerine açılan kapılardan girdiler, özellikle bazı stratejik noktalarda yoğunlaştılar ve devlet içinde kendi iç hiyerarşisi ve gizli bir ajandası olan gizli bir yapı oluşturdular.
Zaman yazarı Bülent Korucu "Gülay Göktürk nerede yaşıyor" başlıklı bir yazıyla 17 Aralıkʹtan bu yana Göktürkʹün Türkiyeʹde yaşamayan biri gibi yazılar yazdığını savunmuştu. Bugünkü yazısında eleştirilere yanıt veren Göktürk nerede durduğunu anlattı. Gülay Göktürk: Cemaat herkesi ahmak sanıyor İşte Göktürkʹün o yazısı; Bülent Korucu Zaman Gazetesiʹnde "Gülay Göktürk nerede yaşıyor" başlıklı bir yazı yazmış ve 17 Aralıkʹtan bu yana benim Türkiyeʹde yaşamayan birinin kaleminden çıkmış gibi yazılar yazdığımı söylemiş. Aslında ben ayaklarımı gayet sağlam bir şekilde bu ülkenin topraklarına basmış bir halde yaşıyorum ve yaşadığım ülkede neler olup bittiğinin fevkalade farkındayım. Ama bir problem var gerçekten de ve problemin aslı da şu: Bir kısım insan 17 Aralıkʹtan bu yana fiktif bir Türkiye yarattılar. Yaşadığımız Türkiye ile bir ilgisi olmayan kendi yazdıkları bir senaryo bu ve bir müddettir hepimize "İşte gerçek Türkiye bu, sizin anlattıklarınız hayal mahsulü; siz hayal görüyorsunuz" deyip duruyorlar. Hepimizin gözü önünde yaşanan olguları seçici bir biçimde bir araya getiriyor ve tamamen farklı bir hikâye yazıyorlar. Çocuk masalları kadar naif bir hikâye bu... Dinden-imandan ve eğitimden başka bir şeyle ilgilenmeyen bir dini grubun siyaset yapmakla suçlandığı; temiz toplum yaratmaktan başka hiçbir hesabı olmayan kahraman polis şeflerinin, bu temiz niyetlerinden dolayı inim inim inletildiği; sütten çıkmış ak kaşık kadar temiz yargıçların ve savcıların MİTʹi ele geçirmiş İran ajanlarını yakalamak için kelle koltukta milli bağımsızlık mücadelesi verdiği bir ülke hikâyesi anlatıyor; herkesin de bu hikâyeyi "satın alacak" kadar ahmak olduğunu varsayıyorlar. 17 Aralıkʹtan bu yana nerede yaşadığım ve nerede durduğum konusuna elbette cevap vereceğim. Ama önce, bugün durduğum yeri daha iyi kavramak isteyenler için; geçmişte durduğum yer hakkında da bazı hatırlatmalar yapmam lazım. Yasaklılık şartlarında gizli örgütlenme haklarını bile savundum Benim Gülen Cemaati ile ilgili ilk net tutum alışım 1999 yılının Haziran ayına rastlar... Hani o, Gülen kasetlerinin ortalığa döküldüğü, Fethullah Gülenʹin devleti ele geçirmekle suçlandığı, bütün medyada linç çağrılarının yükseldiği; cemaatin kasetleri tümüyle inkâr noktasında bir savunma hattı kurmaya çalıştığı ve bir Allahʹın kulunun da Gülenʹi açıktan savunmaya cesaret edemediği günlere... Ben o günlerde "Hiçbir şey yok, bütün kasetler düzmece, her şey komplo" sözleriyle yürütülen inkâr politikasına prim vermek yerine, gerçeklere dayanan bir savunma çizgisini seçtim. İşte o günlerde yazdığım "Devleti ele geçirememek" başlıklı yazıdan bir bölüm: "... Dini örgütlenmeler, cemaatler ve tarikatlar da sivil toplumun bir parçasıdır ve onların da kendi Türkiye projelerini hukuk düzeni içinde ve yasal sınırlar dahilinde devlet katlarına taşıma hakları vardır. Peki bunu gizli kapaklı bir biçimde yapabilirler mi? Gülen Cemaatiʹnin devlet içindeki kadrolaşma faaliyetinin gizli kapaklı bir biçimde yürütmesini ihanet olarak görenlerin önce şu soruya cevap vermeleri gerekir: Türkiyeʹde bir yargıç, bir vali ya da bir general göğsünü gere gere Fethullah Gülen Cemaatiʹne mensup olduğunu deklare etme özgürlüğüne sahip mi? Bunu deklare ederek devlet içindeki görevini sürdürebiliyor mu? Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün olmadıkça, bir Fethullahçıʹyı Fethullahçı olduğunu gizleyerek devlet içinde yükselmeye kalktı diye suçlamaya hakkımız olmaz." (24 Haziran 1999, Sabah Gazetesi) Görüldüğü gibi, ben 28 Şubatʹın en azgın yıllarında cemaat mensuplarının devletin her kademesinde, kendi kimlikleriyle görev alma hakkını -kimliklerini açıklayamadıkları koşullarda gizli örgütlenme hakkı da dahil- savundum. Peki sonra ne oldu? AK Parti iktidara geldi ve olması gereken oldu: Devletin kapıları herkes gibi cemaat mensuplarına da ardına kadar açıldı. Artık onları kimliklerinden dolayı ne yasaklayan ne de yargılayan vardı. Kendilerini gizlemeleri için de bir sebep yoktu. Ama onların bir kısmı bu özgürlüğü kötüye kullandı. Kendilerine açılan kapılardan girdiler, özellikle bazı stratejik noktalarda yoğunlaştılar ve devlet içinde kendi iç hiyerarşisi ve gizli bir ajandası olan gizli bir yapı oluşturdular.
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.