deneme bonusu deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler ecoplay deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler youtube mp3 Bonusverensiteler.com deneme bonusu veren siteler meritking giriş kingroyal giriş

FETHULLAH GÜLENʹE KIRGINIM!

SPOR (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 16.04.2012 - 15:51, Güncelleme: 03.09.2022 - 16:01
 

FETHULLAH GÜLENʹE KIRGINIM!

İşte Ruşen Çakırʹın o yazısı... Yıllar sonra Gülen cemaatiyle baş başa AÇIKLAMADAN SONRA GÜLEN HAREKETİ -1 Cuma günü Fethullah Gülen cemaati içinde etkin pozisyonlara sahip epey kalabalık bir grupla bir araya geldim. Üç saati aşkın süren, benim deyimimle, "damardan" bir sohbet oldu. Yani bütün hayati konuları son derece açık bir şekilde ve samimi bir atmosferde konuşup tartıştık. Sonunda, sanıyorum onlar da bu sohbetten benim kadar memnun ayrıldı. Dolayısıyla bu hayli geç kalmış buluşmayı düşünüp gerçekleştirenleri tebrik ediyorum. Sağ olsunlar. Bu buluşmanın eksenini hiç kuşkusuz geçtiğimiz günlerde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfıʹnın (GYV) imzasını yapılan açıklama oluşturuyordu. Gazetemiz Vatan dışında medyanın (buna Cemaatʹin kendi yayın organları da dahil) ilk başta nedense öneminin farkına varmadığı bu açıklamanın Cemaat için bir tür dönüm noktası olduğu yolundaki fikrimi bu buluşmada doğrulama imkanı buldum. ŞEFFAFLAŞMA YOLUNDA ÖNEMLİ BİR ADIM Şöyle ki, gerek Ahmet Şık-Nedim Şener olayıyla birlikte ülke içinde ve dışında "özgürlük, demokrasi, hoşgörü, diyalog" gibi değerler üzerinden yıllar içinde inşa etmiş olduğu imajının ciddi bir şekilde aşınması; gerekse MİT kriziyle birlikte AKP hükümetiyle bir tür iktidar savaşı içinde olduğu algısının hakimiyet kazanması başta Gülenʹin kendisi olmak üzere Cemaatʹin önde gelen isimlerini haklı bir şekilde telaşlandırmış. Bu bağlamda, MİT krizinin ardından Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğluʹnun bana verdiği söyleşide dile getirdiği "Cemaat ʹne oluyoruz, nereye gidiyoruzʹ diye sormalı" çağrısının karşılık bulduğunu söyleyebiliriz. Bayramoğlu demişken, onun açıklama için yaptığı "taktiksel geri çekilme" değerlendirmesinden rahatsız olduklarını gözledim. Bense bu açıklamayı "şeffaflaşma yolunda stratejik ve olumlu bir adım" olarak nitelemiştim ki önceki günkü buluşma bu tespitimi doğrular nitelikteydi. YÜZLEŞME Daha açıklayıcı olması için olayın özel boyutunu biraz anlatmam gerekecek. Türk basınında haklarında en uzun süredir ve en çok yazıp konuşan isimlerden biri olmama rağmen Gülen cemaatiyle aramda hep belli bir mesafe olmuştur. Örneğin daha hiçbir basın mensubunun ziyaret etmediği bir tarihte Cemaatʹin yurtdışındaki okullarını gezip röportaj yapma isteğime olumlu karşılık alamadım. Aynı şekilde herkesten önce başvurmuş olmama ve medyaya sayısız mülakat vermesine rağmen Gülenʹle görüşme yapma imkanım da olmadı. (Kendisiyle tek konuşmamız, Polat Oteliʹndeki ilk büyük iftarda elini sıkıp "Nihayet tanıştık" demem, onun da bana "Siz beni zaten tanıyorsunuz" karşılığını vermesidir.) Gülen hareketinin 1990ʹlı yılların başından itibaren gerçekleştirdiği kamuya açık faaliyetlerin büyük bir çoğunluğunu haberleştirdim. Gerek yurtiçi, gerekse dışında Abant Toplantılarıʹnın birçoğuna katıldım. Son olarak 2007 yılının Ekim ayında Londraʹda düzenlenen Gülen Hareketi Sempozyumuʹnu bir gazeteci olarak izlemiştim. NE ZAMAN İŞSİZ KALACAĞIM ÜZERİNE BAHİSLER Açıkçası bu "mesafe", hele birçok meslektaşımın Cemaatʹe ve/veya Gülenʹin kendisine fazlasıyla angaje bir imaj verdiği düşünülürse çok da rahatsız edici bir durum değildi. Ama Hanefi Avcıʹnın o kitabı yazması, Mirgün Cabasʹla birlikte Avcıʹyı NTV Yazı İşleri programında canlı yayında ağırlamamız; ardından Ahmet ve Nedimʹin tutuklanmalarına karşı alenen tavır almam nedeniyle bu mesafe Cemaat tarafından hızla açıldı. Öyle ki, Ahmetʹin "dokunan yanar" tespitinden hareketle benim "ne zaman tutuklanacağım" ve "ne zaman işsiz kalacağım" üzerine bahis tutuşanlar oldu. İlkine para yatıranlar kaybetti, ikincisine yatıranlarsa kazanmadılar ama paralarını da kaybetmediler. HEM KIZGIN HEM KIRGINIM Bu süreçte yaşadıklarımı, fazla geciktirmeden ve ayrıntılı bir şekilde kaleme almayı düşünüyorum. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim: Gülen Cemaati ile bir şekilde irtibatlı bazı kişiler ve yayın organları tarafından hakkımda üretilen dezenformasyonun onda birinin doğru olması durumunda bile Cuma günkü buluşma gerçekleşmezdi. Nitekim ben de sözlerime "Sizlere kızgınım. Fethullah Gülenʹin kendisine de kırgınım. Çünkü hakkımda çizilmek istenen portrenin gerçek olmadığını en iyi bilmesi gereken kişilerden biri olmasına rağmen bu duruma müdahale etmedi" diye başladım. Muhataplarımın cevabını, "Artık önümüze bakalım" temennisiyle özetleyebiliriz. Ben de kendilerine, 12 Eylül ile, 28 Şubat ile yüzleşen Türkiyeʹnin bu sözünü ettiğim süreçle de yüzleşmesi gerektiğini söyledim. HERKESİN HAYRINA BİR GELİŞME Son dönemin moda tabiriyle "rövanşizm" peşinde değilim. Bu nedenle Gülen Cemaatiʹnin son açıklamada dile getirmiş olduğu şeffaflaşma arayışını veri kabul ediyorum. Peki bu arayış ne derece başarılı olur? Bu sorunun cevabını tartışmayı yarına bırakalım. Ama yarın söyleyeceklerimi bugünden bir cümleyle özetlemek istiyorum: Gülen cemaati içinde "sivil" kanatın, dizginleri yeniden ele almakta olduğunu düşünüyorum ki bu herkesin hayrına bir gelişme. Fakat tabii ki her şey bu kadar basit değil. Evet, yarın devam edelim. AÇIKLAMADAN SONRA GÜLEN HAREKETİ -2 Dünkü yazımı “Gülen cemaati içinde ‘sivil’ kanatın, dizginleri yeniden ele almakta olduğunu düşünüyorum ki bu herkesin hayrına bir gelişme” diye bitirmiştim. Tek bir cümlenin yol açtığı farklı tepkilere baktığımda, Gülen hareketi üzerine kalem oynatmanın ne derece zor ve hassas bir iş olduğunu bir kez daha görmüş oldum. Öncelikle “sivil kanat” tabirinin tamamen bana ait olduğunu belirteyim. Yani 3 saati aşkın sohbetimizde muhataplarımdan herhangi biri böyle bir nitelemeye ima yoluyla bile gitmedi. İkinci olarak, “sivil”in karşısına “askeri” bir kanat koyuyor değilim. Peki bu cümleyle ne demek istedim? Bunu cevaplamak için Gülen hareketinin tarihine kısa bir bakış gerekiyor: Fethullah Gülen’in 1970’li yıllarda temelini attığı cemaat uzun bir süre eğitime ağırlık verdi. Aylık “Sızıntı” dergisi sayılmasa büyük ölçüde içine kapalı olan bu hareket bir süre sonra bir yandan Zaman Gazetesi’ni satın alıp medyaya girerken, diğer taraftan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nı kurup toplumun diğer kesimleri (gayrı müslimler dahil) ve hatta diğer ülkelerle diyalog geliştirmeye başladı. Dolayısıyla gerek Türkiye, gerek dünyada Gülen cemaati denince akla hep “sivil” faaliyetler, yani tüm dünyayı sarmış olan okullar; yine küresel ölçüde faaliyet gösteren medya kuruluşları ve nihayet yine sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir tarafında düzenlenen, cemaat dışı katılımcıların daha fazla ön plana çıktığı toplantılar, sempozyumlar geliyordu. Sivilliğin geride kalması Son birkaç yıldaysa durum büyük ölçüde değişti. Özellikle ülkede yıllardır hüküm süren askeri vesayet rejimini tasfiyeyi hedefleyen Ergenekon, Balyoz gibi kilit soruşturmalarda, Gülen cemaatine yakın oldukları ileri sürülen bazı devlet memurlarının birinci derecede rol oynadıkları söylendi ki başlangıçta Cemaat bu tür söylentilerden, diğer bir deyişle “her taşın altında Cemaat var” algısından çok fazla rahatsız olmadı, hatta övünç duyduğu bile söylenebilir. Fakat önce Prof. Türkan Saylan, ardından Hanefi Avcı ve nihayet Ahmet Şık-Nedim Şener olaylarıyla toplumda ciddi kırılmalar yaşandı ve Gülen cemaatinin bu operasyonlardaki rolü daha geniş ve eleştirel bir şekilde sorgulanır oldu. Peş peşe gelen KCK operasyonları ve son olarak bu kapsamda Ragıp Zarakolu ve Prof. Büşra Ersanlı gibi saygın isimlerin tutuklanmalarında da gözler Gülen cemaatine çevrildi. Nihayet MİT kriziyle birlikte Cemaat’in “sivil” yönü iyice geri planda kaldı. Her ne kadar eğitim, medya gibi alanlarda varolan faaliyetler güçlenerek ve katlanarak artsa da Gülen cemaati bir sivil toplum hareketi olmanın yanısıra, hatta belki de ondan daha fazla, ülke içi iktidar mücadelenin önde gelen aktörlerinden biri olarak görülür oldu. Normalleşme arzusu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın (GYV) açıklaması serinkanlı bir şekilde okunduğunda, son birkaç yıldır iyice güçlenen, normal şartlarda Cemaat’e pozitif bakan kimi kişi ve çevrelerce de yer yer benimsenir olan bu algıdan derin bir şekilde rahatsız olunduğu görülür. Cuma günkü sohbette de bu rahatsızlığı açık bir şekilde gözledim. Bu sıkıntılı durumdan çıkışın yegane yolu olarak da “normalleşme” kavramı telaffuz edildi. “Normalleşme” arayışı normal olmayan, yani olağanüstü ve/veya olağandışı dönemlerde söz konusu olur. Dolayısıyla Gülen hareketinin, son birkaç yılda yaşanan durumu “olağanüstü” olarak tanımlayıp geride bırakmayı ve yeniden olağan hale, yani Cemaat’in sivil toplum alanındaki faaliyetlerinin hakimiyetine dönmeyi arzuladığını söyleyebilirim. Ancak burada birçok soru karşımıza çıkıyor. Öncelikle “devlet içinde kadrolaşma” iddiaları. Sohbetimizde şu iki noktada anlaştık (ki GYV açıklaması da bu yönde): 1) Hangi görüş, din, cemaat vb.den olursa olsun hak eden her vatandaş liyakat ölçüleri içinde devlet içinde görev alabilmeli; 2) Devlet içinde herhangi bir grubun kendi örgütlenmesine gitmesi kesinlikle suçtur ve engellenmesi gerekir. Görüldüğü gibi Gülen cemaati mensupları “devlet içinde devlet” oldukları veya “otonom bir yapılanma”ya gittikleri iddialarını açık bir şekilde reddediyorlar ve iddia sahiplerini bunun delillerini göstermeye çağırıyorlar. Tabii insanın aklına, bu yönde ciddi iddialar ortaya atan mesela Hanefi Avcı ve kitaptan sonra başına gelenler geliyor. İkinci olarak, bir şekilde parantez içine alınmak ve geride bırakılmak istenen “olağanüstü” dönemde çok kişi mağdur edildi, onların mağduriyetleri nasıl giderilecek? Bu noktada şu soruyu sormanın son derece meşru olduğu kanısındayım: Fethullah Gülen basın özgürlüğü konusunda yaptığı açıklamayı Ahmet ve Nedim gözlatına alınır alınmaz yapsaydı daha iyi olmaz mıydı, ciddi mağduriyetlerin önü böylece alınamaz mıydı? Şeffaflık Şimdilik son bir söz: Gülen hareketinin normalleşme arayışı olumludur. Ancak onca yaşanandan sonra bu kolay olabilecek bir şey değildir. Bu noktada başta Fethullah Gülen’in kendisi olmak üzere Cemaat’e çok büyük görevler düşüyor. Eğer Cemaat başkalarını suçlamaktan çok özeleştiriyi temel alırsa bu normalleşme daha kolay yaşanır. Aksi takdirde olağanüstü durum sürer ki bundan Gülen hareketi de dahil tüm Türkiye zarar görür. Eğer Gülen hareketi, artık “Her taşın altında Cemaat var” algısından şikayetçiyse, tüm toplum olarak birlikte taşları kaldırıp altlarına bakmamız gerekiyor ki tüm dünyada buna şeffaflık deniyor. Sıkça sorulan sorular 1 - Görüştüğünüz kişilerin adını niçin yazmadınız? Ortada gizli saklı bir şey yok. Kaldı ki günümüz Türkiyesi’nde yaklaşık 20 kişinin bir araya gelmesini (hele bunlardan biri ne zamandır her hareketi takip edilen bensem) saklamanın imkanı da yoktur. Ama söz konusu olan bir gazetecilik faaliyeti değil bir sohbetti. Hiç yazmayabilirdim de. Fakat çok verimli geçtiği için muhataplarımdan izin alarak izlenimlerimi yazmak istedim. Zaten her iki yazıda da tırnak içinde kimsenin ağzından herhangi bir cümle kurmadım. Görüştüğüm kişilerin Cemaat bünyesinde etkili konumlarda olduğunu söylememin, maksadı üzüm yemek olanlar için yeterli olduğu kanısındayım. Bağcı dövmek isteyenleri tatmin etmemse mümkün değil. 2- Bu bir barış toplantısı mıydı? Barış için bir savaş, savaş içinse savaşan en azından iki taraf olması lazım. Bir gazeteci hiçbir kişi, grup, parti ya da cemaatle savaş içine girmez, girmemeli. Ama bazı kişi, grup, parti ya da cemaatin bazı gazetecilere savaş açtığı durumlar olmuştur. Böyle durumlarda biz gazetecilerin yapabileceği tek şey hayatta kalmaya çalışmaktır. Bunu yapmanın yegane yolu da yine gazeteciliktir. Son birkaç yıl, benim de içinde bulunduğum bazı gazeteciler için son derece zorlu geçti: Tutuklananlar, işlerini kaybedenler, haklarında acımasız itibarsızlaştırma kampanyası yürütülenler. Ancak bütün bu mağduriyetlere rağmen, birbirimize destek olarak varkalmayı, dik durmayı becerdik. Eğer bugün bir normalleşme arayışı söz konusuysa ve bu olumlu bir gelişmeyese, bu noktaya gelmede o olağanüstü koşullara direnenlerin payı çok büyüktür. RUŞEN ÇAKIR-GAZETEVATAN
İşte Ruşen Çakırʹın o yazısı... Yıllar sonra Gülen cemaatiyle baş başa AÇIKLAMADAN SONRA GÜLEN HAREKETİ -1 Cuma günü Fethullah Gülen cemaati içinde etkin pozisyonlara sahip epey kalabalık bir grupla bir araya geldim. Üç saati aşkın süren, benim deyimimle, "damardan" bir sohbet oldu. Yani bütün hayati konuları son derece açık bir şekilde ve samimi bir atmosferde konuşup tartıştık. Sonunda, sanıyorum onlar da bu sohbetten benim kadar memnun ayrıldı. Dolayısıyla bu hayli geç kalmış buluşmayı düşünüp gerçekleştirenleri tebrik ediyorum. Sağ olsunlar. Bu buluşmanın eksenini hiç kuşkusuz geçtiğimiz günlerde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfıʹnın (GYV) imzasını yapılan açıklama oluşturuyordu. Gazetemiz Vatan dışında medyanın (buna Cemaatʹin kendi yayın organları da dahil) ilk başta nedense öneminin farkına varmadığı bu açıklamanın Cemaat için bir tür dönüm noktası olduğu yolundaki fikrimi bu buluşmada doğrulama imkanı buldum. ŞEFFAFLAŞMA YOLUNDA ÖNEMLİ BİR ADIM Şöyle ki, gerek Ahmet Şık-Nedim Şener olayıyla birlikte ülke içinde ve dışında "özgürlük, demokrasi, hoşgörü, diyalog" gibi değerler üzerinden yıllar içinde inşa etmiş olduğu imajının ciddi bir şekilde aşınması; gerekse MİT kriziyle birlikte AKP hükümetiyle bir tür iktidar savaşı içinde olduğu algısının hakimiyet kazanması başta Gülenʹin kendisi olmak üzere Cemaatʹin önde gelen isimlerini haklı bir şekilde telaşlandırmış. Bu bağlamda, MİT krizinin ardından Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğluʹnun bana verdiği söyleşide dile getirdiği "Cemaat ʹne oluyoruz, nereye gidiyoruzʹ diye sormalı" çağrısının karşılık bulduğunu söyleyebiliriz. Bayramoğlu demişken, onun açıklama için yaptığı "taktiksel geri çekilme" değerlendirmesinden rahatsız olduklarını gözledim. Bense bu açıklamayı "şeffaflaşma yolunda stratejik ve olumlu bir adım" olarak nitelemiştim ki önceki günkü buluşma bu tespitimi doğrular nitelikteydi. YÜZLEŞME Daha açıklayıcı olması için olayın özel boyutunu biraz anlatmam gerekecek. Türk basınında haklarında en uzun süredir ve en çok yazıp konuşan isimlerden biri olmama rağmen Gülen cemaatiyle aramda hep belli bir mesafe olmuştur. Örneğin daha hiçbir basın mensubunun ziyaret etmediği bir tarihte Cemaatʹin yurtdışındaki okullarını gezip röportaj yapma isteğime olumlu karşılık alamadım. Aynı şekilde herkesten önce başvurmuş olmama ve medyaya sayısız mülakat vermesine rağmen Gülenʹle görüşme yapma imkanım da olmadı. (Kendisiyle tek konuşmamız, Polat Oteliʹndeki ilk büyük iftarda elini sıkıp "Nihayet tanıştık" demem, onun da bana "Siz beni zaten tanıyorsunuz" karşılığını vermesidir.) Gülen hareketinin 1990ʹlı yılların başından itibaren gerçekleştirdiği kamuya açık faaliyetlerin büyük bir çoğunluğunu haberleştirdim. Gerek yurtiçi, gerekse dışında Abant Toplantılarıʹnın birçoğuna katıldım. Son olarak 2007 yılının Ekim ayında Londraʹda düzenlenen Gülen Hareketi Sempozyumuʹnu bir gazeteci olarak izlemiştim. NE ZAMAN İŞSİZ KALACAĞIM ÜZERİNE BAHİSLER Açıkçası bu "mesafe", hele birçok meslektaşımın Cemaatʹe ve/veya Gülenʹin kendisine fazlasıyla angaje bir imaj verdiği düşünülürse çok da rahatsız edici bir durum değildi. Ama Hanefi Avcıʹnın o kitabı yazması, Mirgün Cabasʹla birlikte Avcıʹyı NTV Yazı İşleri programında canlı yayında ağırlamamız; ardından Ahmet ve Nedimʹin tutuklanmalarına karşı alenen tavır almam nedeniyle bu mesafe Cemaat tarafından hızla açıldı. Öyle ki, Ahmetʹin "dokunan yanar" tespitinden hareketle benim "ne zaman tutuklanacağım" ve "ne zaman işsiz kalacağım" üzerine bahis tutuşanlar oldu. İlkine para yatıranlar kaybetti, ikincisine yatıranlarsa kazanmadılar ama paralarını da kaybetmediler. HEM KIZGIN HEM KIRGINIM Bu süreçte yaşadıklarımı, fazla geciktirmeden ve ayrıntılı bir şekilde kaleme almayı düşünüyorum. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim: Gülen Cemaati ile bir şekilde irtibatlı bazı kişiler ve yayın organları tarafından hakkımda üretilen dezenformasyonun onda birinin doğru olması durumunda bile Cuma günkü buluşma gerçekleşmezdi. Nitekim ben de sözlerime "Sizlere kızgınım. Fethullah Gülenʹin kendisine de kırgınım. Çünkü hakkımda çizilmek istenen portrenin gerçek olmadığını en iyi bilmesi gereken kişilerden biri olmasına rağmen bu duruma müdahale etmedi" diye başladım. Muhataplarımın cevabını, "Artık önümüze bakalım" temennisiyle özetleyebiliriz. Ben de kendilerine, 12 Eylül ile, 28 Şubat ile yüzleşen Türkiyeʹnin bu sözünü ettiğim süreçle de yüzleşmesi gerektiğini söyledim. HERKESİN HAYRINA BİR GELİŞME Son dönemin moda tabiriyle "rövanşizm" peşinde değilim. Bu nedenle Gülen Cemaatiʹnin son açıklamada dile getirmiş olduğu şeffaflaşma arayışını veri kabul ediyorum. Peki bu arayış ne derece başarılı olur? Bu sorunun cevabını tartışmayı yarına bırakalım. Ama yarın söyleyeceklerimi bugünden bir cümleyle özetlemek istiyorum: Gülen cemaati içinde "sivil" kanatın, dizginleri yeniden ele almakta olduğunu düşünüyorum ki bu herkesin hayrına bir gelişme. Fakat tabii ki her şey bu kadar basit değil. Evet, yarın devam edelim. AÇIKLAMADAN SONRA GÜLEN HAREKETİ -2 Dünkü yazımı “Gülen cemaati içinde ‘sivil’ kanatın, dizginleri yeniden ele almakta olduğunu düşünüyorum ki bu herkesin hayrına bir gelişme” diye bitirmiştim. Tek bir cümlenin yol açtığı farklı tepkilere baktığımda, Gülen hareketi üzerine kalem oynatmanın ne derece zor ve hassas bir iş olduğunu bir kez daha görmüş oldum. Öncelikle “sivil kanat” tabirinin tamamen bana ait olduğunu belirteyim. Yani 3 saati aşkın sohbetimizde muhataplarımdan herhangi biri böyle bir nitelemeye ima yoluyla bile gitmedi. İkinci olarak, “sivil”in karşısına “askeri” bir kanat koyuyor değilim. Peki bu cümleyle ne demek istedim? Bunu cevaplamak için Gülen hareketinin tarihine kısa bir bakış gerekiyor: Fethullah Gülen’in 1970’li yıllarda temelini attığı cemaat uzun bir süre eğitime ağırlık verdi. Aylık “Sızıntı” dergisi sayılmasa büyük ölçüde içine kapalı olan bu hareket bir süre sonra bir yandan Zaman Gazetesi’ni satın alıp medyaya girerken, diğer taraftan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nı kurup toplumun diğer kesimleri (gayrı müslimler dahil) ve hatta diğer ülkelerle diyalog geliştirmeye başladı. Dolayısıyla gerek Türkiye, gerek dünyada Gülen cemaati denince akla hep “sivil” faaliyetler, yani tüm dünyayı sarmış olan okullar; yine küresel ölçüde faaliyet gösteren medya kuruluşları ve nihayet yine sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir tarafında düzenlenen, cemaat dışı katılımcıların daha fazla ön plana çıktığı toplantılar, sempozyumlar geliyordu. Sivilliğin geride kalması Son birkaç yıldaysa durum büyük ölçüde değişti. Özellikle ülkede yıllardır hüküm süren askeri vesayet rejimini tasfiyeyi hedefleyen Ergenekon, Balyoz gibi kilit soruşturmalarda, Gülen cemaatine yakın oldukları ileri sürülen bazı devlet memurlarının birinci derecede rol oynadıkları söylendi ki başlangıçta Cemaat bu tür söylentilerden, diğer bir deyişle “her taşın altında Cemaat var” algısından çok fazla rahatsız olmadı, hatta övünç duyduğu bile söylenebilir. Fakat önce Prof. Türkan Saylan, ardından Hanefi Avcı ve nihayet Ahmet Şık-Nedim Şener olaylarıyla toplumda ciddi kırılmalar yaşandı ve Gülen cemaatinin bu operasyonlardaki rolü daha geniş ve eleştirel bir şekilde sorgulanır oldu. Peş peşe gelen KCK operasyonları ve son olarak bu kapsamda Ragıp Zarakolu ve Prof. Büşra Ersanlı gibi saygın isimlerin tutuklanmalarında da gözler Gülen cemaatine çevrildi. Nihayet MİT kriziyle birlikte Cemaat’in “sivil” yönü iyice geri planda kaldı. Her ne kadar eğitim, medya gibi alanlarda varolan faaliyetler güçlenerek ve katlanarak artsa da Gülen cemaati bir sivil toplum hareketi olmanın yanısıra, hatta belki de ondan daha fazla, ülke içi iktidar mücadelenin önde gelen aktörlerinden biri olarak görülür oldu. Normalleşme arzusu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın (GYV) açıklaması serinkanlı bir şekilde okunduğunda, son birkaç yıldır iyice güçlenen, normal şartlarda Cemaat’e pozitif bakan kimi kişi ve çevrelerce de yer yer benimsenir olan bu algıdan derin bir şekilde rahatsız olunduğu görülür. Cuma günkü sohbette de bu rahatsızlığı açık bir şekilde gözledim. Bu sıkıntılı durumdan çıkışın yegane yolu olarak da “normalleşme” kavramı telaffuz edildi. “Normalleşme” arayışı normal olmayan, yani olağanüstü ve/veya olağandışı dönemlerde söz konusu olur. Dolayısıyla Gülen hareketinin, son birkaç yılda yaşanan durumu “olağanüstü” olarak tanımlayıp geride bırakmayı ve yeniden olağan hale, yani Cemaat’in sivil toplum alanındaki faaliyetlerinin hakimiyetine dönmeyi arzuladığını söyleyebilirim. Ancak burada birçok soru karşımıza çıkıyor. Öncelikle “devlet içinde kadrolaşma” iddiaları. Sohbetimizde şu iki noktada anlaştık (ki GYV açıklaması da bu yönde): 1) Hangi görüş, din, cemaat vb.den olursa olsun hak eden her vatandaş liyakat ölçüleri içinde devlet içinde görev alabilmeli; 2) Devlet içinde herhangi bir grubun kendi örgütlenmesine gitmesi kesinlikle suçtur ve engellenmesi gerekir. Görüldüğü gibi Gülen cemaati mensupları “devlet içinde devlet” oldukları veya “otonom bir yapılanma”ya gittikleri iddialarını açık bir şekilde reddediyorlar ve iddia sahiplerini bunun delillerini göstermeye çağırıyorlar. Tabii insanın aklına, bu yönde ciddi iddialar ortaya atan mesela Hanefi Avcı ve kitaptan sonra başına gelenler geliyor. İkinci olarak, bir şekilde parantez içine alınmak ve geride bırakılmak istenen “olağanüstü” dönemde çok kişi mağdur edildi, onların mağduriyetleri nasıl giderilecek? Bu noktada şu soruyu sormanın son derece meşru olduğu kanısındayım: Fethullah Gülen basın özgürlüğü konusunda yaptığı açıklamayı Ahmet ve Nedim gözlatına alınır alınmaz yapsaydı daha iyi olmaz mıydı, ciddi mağduriyetlerin önü böylece alınamaz mıydı? Şeffaflık Şimdilik son bir söz: Gülen hareketinin normalleşme arayışı olumludur. Ancak onca yaşanandan sonra bu kolay olabilecek bir şey değildir. Bu noktada başta Fethullah Gülen’in kendisi olmak üzere Cemaat’e çok büyük görevler düşüyor. Eğer Cemaat başkalarını suçlamaktan çok özeleştiriyi temel alırsa bu normalleşme daha kolay yaşanır. Aksi takdirde olağanüstü durum sürer ki bundan Gülen hareketi de dahil tüm Türkiye zarar görür. Eğer Gülen hareketi, artık “Her taşın altında Cemaat var” algısından şikayetçiyse, tüm toplum olarak birlikte taşları kaldırıp altlarına bakmamız gerekiyor ki tüm dünyada buna şeffaflık deniyor. Sıkça sorulan sorular 1 - Görüştüğünüz kişilerin adını niçin yazmadınız? Ortada gizli saklı bir şey yok. Kaldı ki günümüz Türkiyesi’nde yaklaşık 20 kişinin bir araya gelmesini (hele bunlardan biri ne zamandır her hareketi takip edilen bensem) saklamanın imkanı da yoktur. Ama söz konusu olan bir gazetecilik faaliyeti değil bir sohbetti. Hiç yazmayabilirdim de. Fakat çok verimli geçtiği için muhataplarımdan izin alarak izlenimlerimi yazmak istedim. Zaten her iki yazıda da tırnak içinde kimsenin ağzından herhangi bir cümle kurmadım. Görüştüğüm kişilerin Cemaat bünyesinde etkili konumlarda olduğunu söylememin, maksadı üzüm yemek olanlar için yeterli olduğu kanısındayım. Bağcı dövmek isteyenleri tatmin etmemse mümkün değil. 2- Bu bir barış toplantısı mıydı? Barış için bir savaş, savaş içinse savaşan en azından iki taraf olması lazım. Bir gazeteci hiçbir kişi, grup, parti ya da cemaatle savaş içine girmez, girmemeli. Ama bazı kişi, grup, parti ya da cemaatin bazı gazetecilere savaş açtığı durumlar olmuştur. Böyle durumlarda biz gazetecilerin yapabileceği tek şey hayatta kalmaya çalışmaktır. Bunu yapmanın yegane yolu da yine gazeteciliktir. Son birkaç yıl, benim de içinde bulunduğum bazı gazeteciler için son derece zorlu geçti: Tutuklananlar, işlerini kaybedenler, haklarında acımasız itibarsızlaştırma kampanyası yürütülenler. Ancak bütün bu mağduriyetlere rağmen, birbirimize destek olarak varkalmayı, dik durmayı becerdik. Eğer bugün bir normalleşme arayışı söz konusuysa ve bu olumlu bir gelişmeyese, bu noktaya gelmede o olağanüstü koşullara direnenlerin payı çok büyüktür. RUŞEN ÇAKIR-GAZETEVATAN
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.