deneme bonusu deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler ecoplay deneme bonusu deneme bonusu https://playdotjs.com/ deneme bonusu veren siteler youtube mp3 Bonusverensiteler.com deneme bonusu veren siteler meritking giriş kingroyal giriş

ERDOĞANʹI NASIL ÇILDIRTTI?

(İHA) - İhlas Haber Ajansı | 07.04.2012 - 19:11, Güncelleme: 03.09.2022 - 16:01
 

ERDOĞANʹI NASIL ÇILDIRTTI?

Erdoğanʹı çıldırtan İran "Tunusʹta başlayan ʹArap Baharıʹ, bölgede uzun zamandır beklenen özgürlüğe kavuşma adına bir fırsat olma potansiyeli taşıyor. Birçok olumsuzluğa rağmen Tunus, Mısır, Yemen ve Libyaʹda değişim yönünde adımlar atıldığına şüphe yok. Ancak ʹArap Baharıʹnın, çoğu otoriter rejimlerle idare edilen ülkelerin iç siyasetini altüst etmekle sınırlı kalacağı sanılıyordu. Halbuki Suriyeʹye yansıyan haliyle süreç, hem bölge ülkelerinin hem de küresel güçlerin ilişkilerini de sarsmaya başladı. Türkiye ile Suriye yönetimi arasında 6-7 yıldır yaşanan bahar havasını kışa çeviren "Arap Baharı", İran ile ilişkileri de raydan çıkarmak üzere. Bu yönüyle sürecin kurbanlarından biri de Ortadoğuʹda hem halklarla hem yönetimlerle iyi ilişki geliştiren; Araplara yakınlaşırken İsrail ile normal ilişkilerini sürdüren; her türlü kışkırtmaya rağmen mezhepçi siyaset tuzağına düşmeyen Türkiyeʹnin dış siyaseti. Tabii, dengeleri böylesine altüst eden Arap Baharıʹnı Türkiye sipariş etmedi. Herkes gibi Türkiye de bunu önünde buldu. Hariciyeʹye kalsa bölge halkları arasında kültürel, ekonomik yakınlık artacak; vizeler kalkacak; zaman içinde rejimler açılacak ve belki Ortadoğuʹda AB benzeri bir yapı oluşacaktı. Şimdilik bu beklenti askıda; belki ülkelerin iç dönüşümlerini tamamlamasını bekleyecek. Özde,Türkiyeʹnin durduğu yer aynı. Demokratik bir dönüşüm yaşayan Türkiye, Arap Baharıʹndan önce de değişim yanlısıydı ve bu yüzden İranlılar dahil halkların ilgisini çekiyordu. Arap Baharıʹndan sonra da değişim, demokrasi ve halklardan yana. İçeride otoriter mirasla hesaplaşan Türkiyeʹnin başka şansı da yoktu. Suriye ile ilişkilerin bozulmasının nedeni, Esedʹin değişimi değil, buna direnmeyi seçmesi. İranʹda da durum farklı değil. En büyük çatlak; Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Bahreynʹdeki ayaklanmalara ʹİslami uyanışʹ diyerek destek veren İranʹın, Suriyeʹde benzer şartlar altında yaşayan halkın direnişe geçtiği Baasʹtan yana tavır almasıyla çıktı. Buna rağmen son dakikaya kadar Türkiye, sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali olan nükleer gerilimi düşürmek için hayırhah bir komşu gibi davrandı. En son İstanbulʹda nükleer zirveye ev sahipliğine hazırlanıyordu. Tam bu sırada bu iyi niyetli tavırlara rağmen İranlı yetkililer, Türkiyeʹye hakarete başladı. İran Meclis Başkanı, eski nükleer başmüzakerecisi Laricani, İstanbulʹdaki Suriye Halkının Dostları toplantısına katılan 83 ülkeye "İsrailʹin rüşvetçileri" dedi. Dışişleri bakanları Salihi ve Davutoğlu, krizi gidermeye çalıştı. Ama sonra Tahranʹdan, nükleer toplantısı için İstanbul yerine Bağdat veya Şamʹı düşündükleri açıklaması geldi. Bunun üzerine de İranʹla ilişkileri geliştirmek için her adımı atan Erdoğan, şu ağır sözleri sarf etmek zorunda kaldı: "Dürüst olmak lazım. Dürüst olunmadığı için dünyada sürekli olarak itibar kaybına devam etmektedirler. Bu, diplomasinin dili değildir. Bu başka bir dildir. O da bana yakışmaz." Bu tablo, İran devrimine sempatiyle bakan İslamcıdan sade Türk vatandaşına; medyamızdan siyasi partilerimize herkesin İranʹı bir daha düşünmesini ve anlamaya çalışmasını zorunlu kılıyor. Mısırʹda halkı alkışlayan İran, Suriyeʹde neden Baasʹın yanında yer aldı? Anayasası, "Despotizmin her türünün ortadan kaldırılmasını" emreden (3. madde, 6. fıkra) İran yönetimi nasıl halkını öldüren bir diktatörlüğü savunuyor? En tepe yöneticilerin bir hafta önce verdiği söz neden 5 günde unutuluyor? Gerçek buyken nükleer konusundaki taahhütlere ne kadar güvenilir? Ortadoğuʹda hedefi ne? Türkiyeʹyi nasıl görüyor? Birçoğumuzda şaşkınlığa yol açan bu durum, tarihte ve son 30 yılda İranʹın çizgisini bilenler için hiç sürpriz değil. Bu bağlamda Todayʹs Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneşʹin "İran: Tehdit mi, Fırsat mı?" kitabı zihin açıcı bir çalışma. Keneşʹin, mide kanaması geçirme pahasına kendini vererek İran Devrimiʹnin dış politikası üzerine yaptığı kapsamlı doktora çalışmasının bir bölümünü kapsayan kitap, yukarıdaki birçok soruya cevap veriyor. Osmanlıʹnın Avrupalı güçlerle her savaşında İranʹın saldırısına uğradığı; Filistin konusunda İslami duyarlılıkla çok ses çıkaran İranʹın Azerbaycanʹdaki işgale rağmen Ermenistanʹla iyi ilişkileri olduğu; bugün Humusʹta katliama destek veren İranʹın 1982ʹde de Hamaʹya ses çıkarmadığı; adı ʹİslamʹ devrimi olsa da İranʹın İsrail ve ABD ile gizili görüşmeler bile yapabilen pragmatik/milli bir siyaset izlediği; takiyyenin sistemde köklü mezhepsel bir meşruiyete dayandığı; Devrim Muhafızları, dini sınıf ve seçilmişler arasındaki güç mücadelesinin İranʹın dış siyasetini de etkilediği tespitleri kitapta göze çarpan tespitlerden sadece birkaçı. En iyisi, İran bu kadar gündemdeyken kitabı alıp okumak. Bu sayede daha az şaşırır; belki daha az yanlış yaparız." 
Erdoğanʹı çıldırtan İran "Tunusʹta başlayan ʹArap Baharıʹ, bölgede uzun zamandır beklenen özgürlüğe kavuşma adına bir fırsat olma potansiyeli taşıyor. Birçok olumsuzluğa rağmen Tunus, Mısır, Yemen ve Libyaʹda değişim yönünde adımlar atıldığına şüphe yok. Ancak ʹArap Baharıʹnın, çoğu otoriter rejimlerle idare edilen ülkelerin iç siyasetini altüst etmekle sınırlı kalacağı sanılıyordu. Halbuki Suriyeʹye yansıyan haliyle süreç, hem bölge ülkelerinin hem de küresel güçlerin ilişkilerini de sarsmaya başladı. Türkiye ile Suriye yönetimi arasında 6-7 yıldır yaşanan bahar havasını kışa çeviren "Arap Baharı", İran ile ilişkileri de raydan çıkarmak üzere. Bu yönüyle sürecin kurbanlarından biri de Ortadoğuʹda hem halklarla hem yönetimlerle iyi ilişki geliştiren; Araplara yakınlaşırken İsrail ile normal ilişkilerini sürdüren; her türlü kışkırtmaya rağmen mezhepçi siyaset tuzağına düşmeyen Türkiyeʹnin dış siyaseti. Tabii, dengeleri böylesine altüst eden Arap Baharıʹnı Türkiye sipariş etmedi. Herkes gibi Türkiye de bunu önünde buldu. Hariciyeʹye kalsa bölge halkları arasında kültürel, ekonomik yakınlık artacak; vizeler kalkacak; zaman içinde rejimler açılacak ve belki Ortadoğuʹda AB benzeri bir yapı oluşacaktı. Şimdilik bu beklenti askıda; belki ülkelerin iç dönüşümlerini tamamlamasını bekleyecek. Özde,Türkiyeʹnin durduğu yer aynı. Demokratik bir dönüşüm yaşayan Türkiye, Arap Baharıʹndan önce de değişim yanlısıydı ve bu yüzden İranlılar dahil halkların ilgisini çekiyordu. Arap Baharıʹndan sonra da değişim, demokrasi ve halklardan yana. İçeride otoriter mirasla hesaplaşan Türkiyeʹnin başka şansı da yoktu. Suriye ile ilişkilerin bozulmasının nedeni, Esedʹin değişimi değil, buna direnmeyi seçmesi. İranʹda da durum farklı değil. En büyük çatlak; Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Bahreynʹdeki ayaklanmalara ʹİslami uyanışʹ diyerek destek veren İranʹın, Suriyeʹde benzer şartlar altında yaşayan halkın direnişe geçtiği Baasʹtan yana tavır almasıyla çıktı. Buna rağmen son dakikaya kadar Türkiye, sıcak bir çatışmaya dönüşme ihtimali olan nükleer gerilimi düşürmek için hayırhah bir komşu gibi davrandı. En son İstanbulʹda nükleer zirveye ev sahipliğine hazırlanıyordu. Tam bu sırada bu iyi niyetli tavırlara rağmen İranlı yetkililer, Türkiyeʹye hakarete başladı. İran Meclis Başkanı, eski nükleer başmüzakerecisi Laricani, İstanbulʹdaki Suriye Halkının Dostları toplantısına katılan 83 ülkeye "İsrailʹin rüşvetçileri" dedi. Dışişleri bakanları Salihi ve Davutoğlu, krizi gidermeye çalıştı. Ama sonra Tahranʹdan, nükleer toplantısı için İstanbul yerine Bağdat veya Şamʹı düşündükleri açıklaması geldi. Bunun üzerine de İranʹla ilişkileri geliştirmek için her adımı atan Erdoğan, şu ağır sözleri sarf etmek zorunda kaldı: "Dürüst olmak lazım. Dürüst olunmadığı için dünyada sürekli olarak itibar kaybına devam etmektedirler. Bu, diplomasinin dili değildir. Bu başka bir dildir. O da bana yakışmaz." Bu tablo, İran devrimine sempatiyle bakan İslamcıdan sade Türk vatandaşına; medyamızdan siyasi partilerimize herkesin İranʹı bir daha düşünmesini ve anlamaya çalışmasını zorunlu kılıyor. Mısırʹda halkı alkışlayan İran, Suriyeʹde neden Baasʹın yanında yer aldı? Anayasası, "Despotizmin her türünün ortadan kaldırılmasını" emreden (3. madde, 6. fıkra) İran yönetimi nasıl halkını öldüren bir diktatörlüğü savunuyor? En tepe yöneticilerin bir hafta önce verdiği söz neden 5 günde unutuluyor? Gerçek buyken nükleer konusundaki taahhütlere ne kadar güvenilir? Ortadoğuʹda hedefi ne? Türkiyeʹyi nasıl görüyor? Birçoğumuzda şaşkınlığa yol açan bu durum, tarihte ve son 30 yılda İranʹın çizgisini bilenler için hiç sürpriz değil. Bu bağlamda Todayʹs Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneşʹin "İran: Tehdit mi, Fırsat mı?" kitabı zihin açıcı bir çalışma. Keneşʹin, mide kanaması geçirme pahasına kendini vererek İran Devrimiʹnin dış politikası üzerine yaptığı kapsamlı doktora çalışmasının bir bölümünü kapsayan kitap, yukarıdaki birçok soruya cevap veriyor. Osmanlıʹnın Avrupalı güçlerle her savaşında İranʹın saldırısına uğradığı; Filistin konusunda İslami duyarlılıkla çok ses çıkaran İranʹın Azerbaycanʹdaki işgale rağmen Ermenistanʹla iyi ilişkileri olduğu; bugün Humusʹta katliama destek veren İranʹın 1982ʹde de Hamaʹya ses çıkarmadığı; adı ʹİslamʹ devrimi olsa da İranʹın İsrail ve ABD ile gizili görüşmeler bile yapabilen pragmatik/milli bir siyaset izlediği; takiyyenin sistemde köklü mezhepsel bir meşruiyete dayandığı; Devrim Muhafızları, dini sınıf ve seçilmişler arasındaki güç mücadelesinin İranʹın dış siyasetini de etkilediği tespitleri kitapta göze çarpan tespitlerden sadece birkaçı. En iyisi, İran bu kadar gündemdeyken kitabı alıp okumak. Bu sayede daha az şaşırır; belki daha az yanlış yaparız." 
Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.